Bir avuç toprak, doğanın kalbinden alınır ve ustalıkla işlenmek üzere atölyemdeki yolculuğuna başlar. Bu sıradan görünen çamur, Limoges porselen çamuruna dönüştüğünde artık sıradanlıktan uzak, büyüleyici bir maceraya davet edilmiştir.
Atölyeme girdiği anda, bu çamur artık sadece toprak değil, dönüşmeyi bekleyen bir hikayedir. Ellerimin dokunuşuyla şekil almaya başlar; her kıvrım, her detay onun geçmişten geleceğe doğru olan yolculuğunu simgeler. Doğanın ham formu, özenle hazırladığım alçı kalıplarda kendine yeni bir kimlik bulur. Artık çamur, kendine ait bir yaşam sürmeye başlamış, incelikle şekillenen bir sanat eserine doğru adım atmıştır.
Pişirim süreci, çamurun doğadaki kökenlerinden tamamen uzaklaştığı ama aynı zamanda ona en yakın olduğu andır. Bu süreçte, çamur, fırının sıcaklığında dans ederken, kendi özgün formunu bulur. Her pişirimde doğa, biraz daha sanata dönüşür; her ince yamulma, her küçük detay, bu yolculuğun izlerini taşır. Ortaya çıkan bardak, yalnızca bir kullanım eşyası değil, doğanın insan eliyle şekillendirilmiş bir yansımasıdır.
Sonuçta, her bir porselen bardak, doğanın dönüştüğü, zarafete ve işlevselliğe büründüğü bir eserdir. Bu bardaklar, hem doğanın hem de insan emeğinin birleşiminden doğan, eşsiz birer hikayedir. Her yudumda, çamurun bu büyüleyici yolculuğunu yeniden yaşarsınız.”